15 Şubat 2008 Cuma

portakallı kereviz

dün yine dersteyken, birden kendimi tırmaklarımı yerken ve çok ama çok gerginken yakaladım, dille boğuştuğumu, yeni yazmaya çalıştığım şeyler için kendimi fazlasıyla kastığımı, kendimden çok fazla şey beklediğimi anladım. oysa kavramaya çalıştığım şey kendi alanımın dışında, başka bir memlekette, terimleri ve sözdizimiyle entellektüel anlamda üzerinden düşünmeye alışmadığım bir dille ifadelendirilen bir şey ve çok normal tümüyle kavrayamam. dersi yarıda bıraktım, gökyüzüne baktım: "sadece ne demek istiyorsan onu söyle ve kendini rahat bırak, samimice düşündüğün ve inandığın şeyleri anlat, eğer yerini bulamazsa, yayınlanmazsa, anlaşılmazsa işte o zaman üzülmezsin." diye düşündüm. hava muhteşemdi, bahar dilinin ucunu göstermişti (biraz terbiyesiz bir mevsimdir ya). ağaçların ve boşluğun içinden eve yürüdüm, içimdeki zehiri gözlerimden tahliye ettim, biraz uyudum arkasından da metenin gönderdiği "sandık içi" isimli otobiyografik çizgi kitabını okudum, ersin karabulut'un. bu kadar karman çorman çizgi şeyleri hiç okuyamıyordum ne zamandır ama modumu çok iyi yakaladı. zaten içindeki kahramanlardan biri benim lise arkadaşım emrah ablak olunca, onlarla birlikte istiklalde gezmek filan çok kolay oldu kitabın içinde. kalktım, akşam oluyordu. sevgililer günü vesilesi ile cangüzel abla, yekta, fahir abi ve bebek pizza yemeye gittik. bebeğin anne babası da katıldı bize... hediye ettiğim küpeleri beğendiler, içim yumuşadı. mükemmel olmadığını bilmenin yumuşaklığı, toprağa yakın sakin bir his. facebookta biraz dolandım, insanların evlerine, spor takımlarının enerjik fotolarına, insanların kendi kameralarına verdiği pozlarla yaptıkları artistlik temrinlerine baktım biraz. uyudum. şimdi de portakal sulu kereviz ve pilav pişiriyorum. zamana yayılan kısık ateşte pişirme, insan hayatına benziyor. zaman zaman zuhur eden ağlama seansları da, altı yanmaya başlayan tencereye biraz soğuk su katmaya.

Hiç yorum yok: