27 Mart 2008 Perşembe

25 Mart 2008 Salı

hadi

kısaca: "hoş olayım, olmayayım, o yar benim kime ne?"

dün "koro gayretleri insanları" diye özetleyebileceğim 6 kişi bir araya geldik, çünkü yıllardır küçük büyük çabalarla hep birlikte sesler çıkarmaya çalışıyoruz ve bizi birarada tutan garip kuvvet bu. önce yemek yedik, yemeğin sonunda özellikle amerika'da depreşen "türkü bar" krizimi dile getirdim ki aslında hiç türkü barda bulunmuşluğum yok, sadece açıklaması zor bir türkü zevkim ve sevgim var şu dünyada. evet "türkü bara gitmek istiyorum ben" dediğimde hehe denilip geçiştirileceğimi sanırken çok kuvvetli ve derinden bir itibar gördü bu fikir: önce ceren, "evet, gidelim" bile demeden "hadi" dedi, ve arkasından 3-4 "hadi" daha duydum. bir anda kalktık ayağa ve ben sevinçten uçuyodum. "ekin bar" denilen ve zannımca kürt ve enfes sesli bir kızcağızın söylediği yerdeki en ön masada kendimizi bulmamız ise sanırım sadece 10 dakika filan aldı. gece boyu bize verilen istek şarkı kağıtlarını kullanarak çeşitli ödüller dağıttım: burçin'e "en hanım türkü dinleme ödülü", gülfem'e "en dost alto ödülü (2000-2070), mert'e "en uyumlu insan" ödülü, ceren'e "gülümseme rahatlığında şarkı/türkü söyleme ödülü 2008" ve berktay'a "nemrut dağı özel ödülü"... tabii "ahirim sensin" ve bilumum başka istek türküler de yerini buldu kağıtlarda.. çıkışta cihangirin garip arka sokaklarında biz de birkaç şarkı tınlattık: "april is in my misstress face", "aygız", "abenlied"... pencerelerden uzanan kafalar gördük, hatta alkış sesleri bile duyduk. sarhoş edici bahar rüzgarı gece fırtınaya dönüştü. kırmızı değil mavi giymek istiyorum bugün. içimin yumuşaması ile ilgili galiba...

20 Mart 2008 Perşembe

su

ayasofya'da, o içinde bulunmakla her zaman en özel hissettiğim yerde arkadaşlarım aygül ve mehmet'in enfes foto sergisi var. üstüne başına iki çizgi de ben koyup grafik tasarım yaptım diye mutluluk duyuyorum. gidiniz, hem ayasofya'yı bir kere daha temaşa eyleyiniz, hem de kocaman fotolar nasıl interaktif medyanın parçası oluyor, insanlar fotoğraflardaki suları nasıl içip, nasıl altında yıkanıyorlar görünüz. sanat formu artık seyredilmeyi beklemiyor, içine herkesi alıyor, yansıtıyor, tepelerden bakamıyor...

19 Mart 2008 Çarşamba

hiç

bu günler gerçekten blogun ismiyle müsemma benim "hiçbirşey" olma günlerim oldu. yani hiçbirşey olmadığımı anlar gibi olma günleri... gerçekten hiçbirşey olma lüksümüz yok zira şimdilik. ama yelkenler yerde gezmek, birşeylerin gerisinde kalmak, bildiğinle, bildiğin sandığın şeyi kullanamamak ve bildiğin, yapabildiğin ve sen dediğin şeyin birbirinden ayrılması, parçalanmak... onu bunu analiz etmek güzel ama olay senin üzerinde uygulamalı gerçekleşince, parça parça ve lime lime oluyorsun, etinin kesitini görüyorsun. çünkü sen de, yaptığın da, kimliğin de, bildiğin de, hissettiğin de birbirinden ayrı yoklar. insan böyle hiçbirşey oluyor galiba. parçalanınca parçan kalmıyor.

10 Mart 2008 Pazartesi

wacom tabletle ilk dervişler...


8 mart kadınlar günlüğü

yine ankara'da bu sefer 8 mart gecesi milli kütüphane salonunda ahmet inam, kadın bestekâr ve güftekârların eserlerini uzuuuun uzun irdeledi, eserleri dinlerken tatlı tatlı kafasını sallayarak notalara bakması ve dilhayat kalfanın saz semaisindeki kanun ve ney paslaşmasını "muhabbet" olarak nitelemesi pek hoştu.

kırık dökük ankara

bu kırık dökük olma durumu hem ankara'ya ait hislerime, hem de fiziksel bir duruma işaret ediyor. eskiye dair hissiyatını beslemek için hafızayı tetikleyecek fiziki işaretlerin özenle yok edilip ekilip büküldüğü, ezilip büzüldüğü, yani kırılıp döküldüğü bir yer olmuş ankara: tanınmaz...

beni deli eden durumlar, sorular ve örnekler: milli kütüphane cenahından koru sitesine doğru uzanan eskişehir yolu aksındaki çeyrek daire kavisli ışıklandırmalar yetmiyormuş gibi odtü'nün önündeki calatrava tarzı asimetrik köprüden 3-5 tane attırmak ne tür bir zevk fışkırtısıdır? kuğulu parkı sıkıştırıp büzüştürüp namahreme görünmez edelim diye alt geçit yaptınız, iyi peki de neden ve hangi vicdan azabıyla banyo kılıklı fayans döşemelerine çirkin ördek, pardon kuğu yavruları çizdiniz? mill kütüphane'nin önündeki gökkuşağı isimli ebemkuşağı alışveriş bölgesi, trafiği tıkamak dışında ne tür bir design bölümünün birinci sınıf projesinden esinlendi?

iyi ki aren ve evren'i gördüm ve yıllarca besleyip büyütüp kahkahalarımızla serpilttiğimiz geyikle karışık dolu dolu muhabbeti yeniden bana yaşattılar, bir ara gerçekten yanaklarım kasılıp öyle kalakalacak sandım, neyse bir ara gevşeyip aşağı doğru indiler de kasları dinlendirebildim.

bloga devam etmeme teşvik eden de onlar oldu. istanbul yolunda "suskunlar" isimli ihsan oktay anar kitabını yarıladım, okuyanlar ve okuyacaklar için "nuvârif efendi" kıssasını dikkatlere sunarım...

4 Mart 2008 Salı

ya da amerika sonrası durumlar

evet bu tek tek vakalar ruh halimi vermiyor biliyorum. ellerimdeki ağrılar ve vücudumdaki hafiften yaşlanmış hissi jet-lag kisvesi altında kabullenip perde arkası yaptıktan sonra hayata yavaş adaptasyonlarla karışıyorum. önümdeki yemeği yavaşça bitirir gibi sakin yaşamak. ama bir gün içinde yaklaşı 60 kişiyle henüz hayatta olmayan soyut ve afaki projeler konuşmak üzerine dayalı işimi hakkıyla yerine getirebilmek kolay değil. yeni yöntemlerim: soytarmak, kısa kesmek, tek ve çapıcı bir örnekle olayı kapatmak. karşındakini henüz kavrayamadığı bir süreçte debelenen, ormanda kaybolmuş biri gibi algılamak... tasarımın kaygan yollarında...

bir olay daha

evet dayananmıyorum ve bir olay daha anlatıyorum: üsküdardaki muhafazakar ruhlu marketlerden birinde amerikada bulduğuma benzer geçici saç boylarından ararken bir kız yanıma yanaşıp ilgilendi. isteğimi ile getirdiğimde bana "yok ama şöyle 'adi' boyalardan verebiliriz" dedi. oradan hemen uzaklaştım, uzaklaşmalıydım. ben kaçarken, "ne renk" diye bağırıyordu arkamdan..