31 Ağustos 2007 Cuma

hayattayım, sadece bir bombardmanın içinde kaldım. dönem başladı ve bir yandan derslerin ne kadar dikkatli hazırlanmış, sylabusu, ppt dokümanı, açıklama, soru cevap kısımlarıyla nasıl da iyi ayarlanmış ve zamanlandırılmış olduğunu gözler iken, diğer yandan merkezde süregiden projeleri, insanlara sunulan imkanları izliyorum. bir yandan kendi projemi nasıl da bu kadar düzenli, kaliteli ve zamanlı hale getiririm diye düşünürken, gece saat 10 gibi sızıyorum. blogu süslemeye zaman kalmıyor. yoksa çok hevesliyim valla...

28 Ağustos 2007 Salı



bu da naçizane "lloyd" tarzı otelimin odasının mütevazı çalışma köşesi...
"city design center" chicago şehrinde belediyeler ve sivil toplum kuruluşları ile ortak projeler geliştiren, UIC'ye bağlı ve demincek dış görünümünden şehirdeki yerini anladığınız bir yapının içinde yer alan bir merkez... benim için tabii fazla mimari ve şehirci kaçtılar ama kendilerine bazı projelerde şehir kimliği konusunda filan yardımcı olabileceğimi söyleyince "oh, let's eat dinner sometime!" filan dediler, gerçekten ne derece ilgilendiler bilemiyeceğim, göreceğiz.
hemen de adımı koyuvermişler kapıya, pek mütehassis oldum ve mütehassıs hissettim kendimi...
solda 820 yazan kapı benim ofisin olduğu "city design center"ın kapısı olup, sağdaki amarikanın en bi yüksek kulesi sears towers olmaktadır... (tower'ına kurban olayım!)

27 Ağustos 2007 Pazartesi

meşe parkı oteli

carlton oteli oak parkta. oak meşe demekmiş; aha palamutları kimlerin ağzında geziyo görün ağaç ağaç... böylece kendisini zaten snapshotlar halinde yaşayan bir yaratık olarak kaydetmeyi başardım. bizzat "slide show" gibi olan bu hayvanın, sanmayın ki hareketli bir ânını yakaladım. hayır, kendisi deyme fotoğrafa meydan okuyan bir sabit olma kapasitesine sahip...

eksik listesi

  1. çöp tenekesi
  2. dudak nemlendiricisi
  3. panjur açısı değiştiricisi sapı
  4. priz çoğaltıcı
  5. amerikan ingilizcesi yavaşlatıcısı
  6. sabun
  7. ezan sesi
  8. polar olmayan, "polmayan" yün battaniye
  9. kahve yanında sigara
  10. güzel bir chicago anıları defteri, A5 cizgisiz ve spiralli
  11. taharet musluğu
  12. sincap fotoğrafı çekebilen makine
  13. kandil simidi
  14. buzdolabı
  15. başucu lambası
  16. dolmuş
  17. buzsuz normal sıcaklıkta su
  18. devamlı takviye edilen kahveye bir dur demek

26 Ağustos 2007 Pazar

laterna


herşeyin içinde en güzeli küçük paketli beatles laternaları idi. kolu çevirdikçe sana minicik bir şarkıyı küçük mekanik sıçramalarla terennüm eden, mekanik olmasına rağmen büyülü kutucuk. hiçbir dijitalliğin bende yaratamadığı rüyalı işleyiş. şeffaf, kullanıcı ya da oyuncusuyla tatlı tatlı paslaşan, bu yad ellerde benimle sohbet etmeye hazır...

pleasant st.

jat lag dedileri durumu kendimi muayene ede ede atlatmaya çalışıyorum. ama yaşadığım o uzun ve uzatmalı gündüzü chicago rehberi "for non tourists" gibi birseyler aramakla, noodle yiyerek filan atlatip geceye erişmeyi başardım. sabah da paşa gibi 8 30 da kalktım. demek ki buranın normaline yaklaştım.

odam güzel, binanın "frank lloyd wright"la bir alakası var sanırım ama bunu birazdan deske sabun olup olmadığını, pencerelerin nasıl açıldığını ve nereden su bulacağımı sorarken sormayi planliyorum. daha sonra da becerebilirsem daha detaylı ve etli butlu bir yazı yazmayı...

21 Ağustos 2007 Salı

cumartesi yolcuyum chicago'ya. bir meçhule gitmek ne tuhaf his, gözünün önüne hiçbirşeyin gelmemesi. insanlar ölürken de mi boyle hissederler acaba. eşyalarımı elerken hayatımı gözden geçiriyorum. nelersiz yapamam diye. oysa eski türk filmlerinde sevgililerine minicik el çantaları ve minicik etekleriyle kaçan kabarık saçlı kadınlar gibi olsaydım ne kolay olurdu. ama hayat kümülatif bir eşya yığılmasıyla, o eşya yığınının içinden arada bir kafanı uzatıp yaşamaya çalışmakla geçiyor. ellerimiz eşyaya dokunuyor, çekiyor, sürüklüyor, atılıyor, yenilerine gidiyor. kendi vücudumuz eşyasına dışarıdan eşyaları takmakla iliştirmekle, sürmekle, taşıtmakla oyalanıyoruz, yuvarlanıyoruz. bir siyah büyük eşya kütlesine sığacağım ve yola düzüleceğim.

14 Ağustos 2007 Salı

destur

Kendime, yazıya, paylasmaya, yok daha ziyade başkalarına açıklara, bu alemlerden ilk defa "merhaba"... Yaklaşık on gün sonra uzaklara, yeni dünyaya gideceğim. Aklıma, uzaklara açılırken, buradan herkese yakınlaşmak geldi. Böylece buradan kelimelerimi doğurma kararı aldım.

Eskiden günlük tutardım; hani şu kimseye okutturulmayanlardan, kendine sakladıkça kendi kendine kapandığın, bir iç ses haline dönüşüp içini gevezeleştiren kağıt tomarları. Kendini zenginleştirir zannederken, kendini kendine kapatıp sıkıştırdığın, kelimeleri bilmeden küçülttüğün...

Onsekizbin alemin içinde sanal alem de varsa; bütün alemler de insanın içindeyse; destur! Bizden de bir hoş sada, baki kalsa da, bakiyesi hiçbirsey ise de...

hiç ama bir, çünkü şey...