6 Eylül 2007 Perşembe

ofis ours

bir tür tekstil dükkanı gibi, ya da alışveriş merkezi gibi bu ofiste sabah sekiz akşam sekiz arası çalışıyorum. klima gürültüsünden başka pek birşey duymuyorsun burda. eğer kafanı dinlemek istersen kapının önüne çıkıp koskoca caddede tek tük geçen araba seslerinin arasından kuş seslerini dinleyerek biraz taze hava alabilirsin... zira burda pencere açmak diye birşey yok. otele ilk geldiğimde de birisini çağırmak zorunda kalmıştım pencereyi açması için ve adam "you need some fresh air?" diyerek sanki çok enteresan birey istiyormuşum gibi tutulmayı tutulmayı toz içinde kalmış kulbundan kaldırdı ağır pencereyi. zaten o gün bugün de kapatmıyorum. büyük borulardan geçen gürültülü hava, bütün amerikayı saran sarmalayan bir ejderha gibi ama kimse bunun farkında değil. bu gürültüde sessiz sedasız konuşarak birbirlerinin hızlı mırıltılarını bile duymayı, "oh yes?" demeyi filan öğrenmişler. tabii kendimi biraz haminne, biraz yozgatın köyünden gelmiş dut satıcısı, ya da özenti lise öğrencisi gibi filan hissediyorum ama allahtan "excuse me?" diyip tekrarlatabiliyorum ne dediklerini. "oh yes", "oh really?" filan derken hayat gelip geçiyor. hasta ziyaretine giden sağırın hikayesine dönmeyelim de...

4 yorum:

Jilfeym dedi ki...

bir de bunlar(gavurlar:P) sürekli i'm sorry diyorlar di mi?
bir de habire samimiyetsiz günaydınlar...

hicbirsey dedi ki...

have a great day,
have a good one, (one demek gun demek ingilizcede)
how are you today?, ("yani umrumda degil ama yine de soruyo gibi yapiym naber bakalim" demek)

mtbagli dedi ki...

Aaah ahh! Bilmem mi?

"How are you today?" lafını ilk defa olarak ortaokuldaki İngilizce ogretmenimden duymustum. İngilizce tahsilimin ilk öğretmeninden... Sınıfa gelir ve "Good morning children!" derdi. Biz de hep bir ağızdan "Good morning teacher!" diye cavap verirdik. Sonra da "How are you today?" diye sorardı ve biz de yine hep birlikte ve bağırarak karşılık verirdik. Ama o bizim öğretmenimizdi ve bugün nasılız, dün nasıldık, bütün bunları takip etmekteydi. Amerika'daki ilk "hoe are you today?"imi trendeki biletçiden duymuştum. Bana "how are today?" dediği zaman, "Biz bu adamla daha önce tanıştık mı?" diye kendi kendimi ciddiyetle sorgulamıştım: Dün nasıl olduğumu bilen biri, bugün nasıl olduğumu sorabilirdi ancak.

"How are you today?"den sonra şöyle devam edesim geliyor:

"However will be, will be..."

mtbagli dedi ki...

Bir de İskoçya'dan yeni dönmüş bir kişi olarak, orada adı İngilizce olup, kendi bilinmeyen bir ülkenin diline benzeyen, o neşeli, o esprili ve kendiyle dalga geçen dil karşısındaki şaşkınlığımı burdan bildirmek isterim. Şu anda hissediyorum ki, "İngiliz İngilizcesi" denen şeyle karşılaştırdığımda bu dili yine de tercih edeceğimi hissediyorum. Her ne kadar bazı laflardan hiç ama hiçbir şey anlamadıysam da... "First", "third" ve "fourth"u aynı şekilde söyledikleri için otelin kaçıncı katında kaldığımızı öğrenmemiz biraz zor olsa da... Ağzıyla "fourth" derken eliyle "5" yapan resepsiyon gorevlisi kız, anlamakta zorlandığım için bana biraz ters baksa da...