25 Eylül 2007 Salı

süjesiz hasret

evet o melankolik hal bana da geldi, o otel odası şiirselliği, yersiz yurtsuz uzaklık ve gerçekten neyi özlediğini bilmeden içinin yanması... ama eskisi gibi yazamadığım için daha sessiz, daha yalın. youtube'la paslaşıyoruz, isteklerimi kendisine bildiriyorum, bazen tertemiz, bazen kıtır kıtır, bazen hiç de dediğimi anlamadan bir dikdörtgen altın tepside önüme sunuyor bulduklarını. bugün de kani karacayı çekti canım ve 2000 yılında çekilmiş bir belgesel çıktı karşıma parça parça. görmediğini zannettiğimiz gözlerinden söylediği "gözlerinden içti gönlüm" diye başlayan parça sayesinde gözlerimden gerçekten içilebilecek miktarda su çıkarmayı başardı... tevazuu, neşesi, sesiyle sevişmesi, halleşmesi, dertleşmesi, oradan kendine ve kendinden ötesine dair birşeyleri söyleyebilmenin rahat, emin ve duru hali... vücut enstrümanından büsbütün bir kültürü, canlılığı ve dengeyi serivermesi, şad olsun ruhu... burdan benzer hisleri kendilerine karman çorman ve zaman zaman hissettiğim neşet ertaş'a ve cem karaca'ya da selam duruyorum.

7 yorum:

mo dedi ki...

mevsim değişiyor, bakıyorsun başka yerdesin, o zaman aklına geliyor. bi yerden gelmiştin aslında :)ve biz burdayız, seninleyiz. sen orada yenilen, çoğal, onları ve kendini değiştir. biz burdayız :)
yıllık yazısı gibi oldu.

her gün bir yerden göçmek ne iyi,
her gün bir yere konmak ne güzel,
bulanmadan,donmadan akmak ne hoş,
dünle beraber gitti cancağızım;
ne kadar söz varsa düne ait,
şimdi yeni şeyler söylemek lazım.

hicbirsey dedi ki...

prezentasyon öncesi süper gaz oldu, hay gönlünle bin yaşa mete... yalnız olmadığını bilmek ne güzel... yıllık değil, ömürlük birşey..

hicbirsey dedi ki...

valla billa bugun gelmiş birinden, eklemezsem zulüm olacak:

You suppose you are the trouble
But you are the cure
You suppose that you are the lock on the door
But you are the key that opens it
It's too bad that you want to be someone else
You don't see your own face, your own beauty
Yet, no face is more beautiful than yours.
Rumi

mo dedi ki...

bahsettiğim kitapta "the habit of thinking you make no difference" diye bir terim var. bu kadar üremeden önce ya da medya herşeyi bu kadar gözümüze sokmadan önce insanlar kendilerini yönsüz hissediyormuydu bilmiyorum ama bugün daha yaygın. zaten herkes herşeyi yapmış biz bakmaktan başka ne yapabiliyoruz düşüncesi:)minikte olsa bişeyler yaparız, konuşuruz, birbirimizi sevindirir-üzeriz.değiştiririz.

Unknown dedi ki...

güzel kızım,
Aaa sen sıla hasreti duymaya başladın galiba kuzum. Ama youtube var çok şükür. Uzaklar yakın oldu böylece, ne ararsan bulabiliyorsun..Herşey kolay olsun, Allah güç versin yavrucuğum. Muhabbetle............

hicbirsey dedi ki...

şu gökkubbenin altında söylenmemiş yeni birşey yok mu, her gün yeni birşeyler mi söylemek lazım? bir de şu var ikisini de birleştiriyor: "öğrenmek hatırlamaktır". bence o hatırlama hissidir heyecan veren, icaddansa keşif...

mtbagli dedi ki...

Gelir o duygular... Sarar seni... Hüzün gibi, acı gibi. Ama değil. Sonradan çok çiçek açar hasret hissi. Çok çiçek açtırır...